26 Aralık 2012 Çarşamba

Kızsız Hayat isimli romandan bazı bölümler.7


Gece geç vakitlerde yanıma geçen gördüğüm dilenci geldi. “Oklum bu ne hal?” diye güldü “İnsan böyle mi dilenir?” Dilencinin ayaklarına baktım. İkisi de yerinde duruyordu. Gözlerimi ovuşturup tekrar baktım. Evet, ikisi de sağlamdı.

“Sen nasıl yürüyorsun?” diye şaşkınlıkla mırıldandım. “Sakat değil misin?”

Gülmeye başladı. “Hadi kalk, sana her şeyi anlatacağım.”

Önümdeki bezi cebime koyup ayağa kalktım, inanamayan gözlerle dilenciyi tekrar inceledim.

“Bu şekil dilenirsen kimse sana acıyıp para vermez!” Yürümeye başladı. “Bu işin de kendine göre hileleri var. Sen de bu işi yapmak istiyorsan, muhakkak bu hileleri öğrenmen lazım. Yoksa,  insanların acıma duygusunu sömürmeden imkanı yok para kazanamazsın.”

“Ne gibi hocam? Ne tür hileleri vardır?” dedim.

“Bak herkes benim sana söyleyeceklerimi söylemez. Ama ben senin bebelerine acıdığım için anlatacağım. Bir kere…” Eliyle üzerimdeki kıyafetleri işaret etti: “bu şekil bir dilenme şekli yok. İnandırıcılık sıfır. Dua et küfür yememişsin. Bu işin de kendine has hileleri vardır. Böyle üzerine eski bir kıyafet giy, git dilen artık yemiyorlar. Daha büyük hileleri var..”

“Mesela ne gibi hocam? Bir örnekle açıklar mısın?”

 

“Tabi açıklarım” dedi bi öğretmen edasıyla: “Her türlü hilesi vardır. Mesela; ayağını ve kolunu kopmuş gibi gösteriyon, gözlerini oyulmuş gibi gösteriyon, boynunu kopmuş gibi gösteriyon…”

“Boynunu nasıl kopmuş gibi gösteriyon?” diyerek sözünü kestim, “Yani boynun yoksa insanlar seni ölü zanneder.”

“Oklum öyle değil” diyerek kafama vurdu, “Boynunun yarısını açılmış gibi gösteriyon. Tabi biraz da makyaj yapıyon. Yalnız çok etkili bir numaradır.”

Şaşkınlıkla başımı salladım. “Peki sen kafa numarasını yapabiliyon mu?”

“Yok, ben henüz o seviyeye gelemedim; ama babam çok iyi yapar bu numarayı. Sadece boyun numarasını yaparak kendisine havuzlu bekar evi aldı.”

 

Yok daha neler, herhalde dalga geçiyor. “O kadar etkili yani. Peki başka ne tür hileler vardır?”

“Bu işin yetmiş yedi tane hilesi vardır. Mesela; böbrek ile bağırsağını çıkarmış gibi gösteriyon, kulak’la burnunu yokmuş gibi gösteriyon, vücudunu 600 derece’de yanmış gibi gösteriyon ya da yapay kalp cihazıyla yaşıyormuşsun gibi gösteriyon”

Dilenciye samimiyetle sarıldım, “Ya ben, ben hangi numarayı yapabilirim?” diye cıvıldadım.

“Öncelikle çek o ellerini!” Sinirli bir sesle kelimeleri bastırdı.

Ellerimi çekip “Pardon” dedim.

“Fazla samimi olmayalım…Sen tekerlekli sandalyeyle ayağın sakat gibi yapabilirsin. Seviye bir yani”

“Anladım. Peki bu numaraları yaparken başına ilginç bir olay geldi mi?”

“Benim değil de arkadaşın başına geldi. Arkadaşım böbrek numarasıyla dilenirken adamın biri telaşla yanına yaklaşmış ve “Sakin ol, ben doktorum” deyip böbreği incelemeye başlamış. Bir süre inceledikten sonra şaşkınlıkla arkadaşa bakıp, “Ama bu hayvan böbreği?” deyince bizim ki böbreği adamın önüne attığı gibi kaçmış!”

 

Gülerek dilenciyi dinledim. “Yani sizin en büyük düşmanınız polis değil anlaşılan” dedim sonunda. Başıyla onayladı: “Bu tarz numaralar biraz daha riskli; çünkü yoldan geçen doktor veya yardımsever vatandaşlar yüzünden bütün emeğimiz boşa gidebiliyor.”

“Özür dilerim, senin ismin neydi?”

“Köksal, ya senin?”

“Hayrettin” diye duraksadım. “Sormayı unuttum, tekerlekli sandalyeyi nerden bulabilirim?”

“Hastaneden bedava bulabilirsin.”

“Hemen gidip bir tane alayım” diye gülümsedim.

Başını iki yana salladı: “Öyle her isteyene vermiyorlar, hastaneye gidip çalacaksın.”

“Asla olmaz! Hem güvenliği falan vardır.”

“Rahat ol biraz” dedi omuzlarımdan tutup. Sesi güven doluydu: “Zaten hastanede bol var. Hem ben de sana yardım edeceğim.”

Biraz tereddüt etsemde başımla onayladım. Köksal da başladı planı anlatmaya. Planı anlattıktan sonra ciddi bir sesle: “Anladın değil mi? İş çok basit” dedi.

“Anladım” Sesim endişe yüklüydü.

Benim anladığımdan emin olduktan sonra bildiği bir hastane olduğunu söyleyip adımlarını hızlandırdı Köksal. Ara sokaklardan geçirip bizi hastane yerine sağlık ocağına götürdü. Sonra güvenliğin bizi göremeyeceği bir yerden, “Giriş ve çıkış ordan olacak” dedi parmağıyla güvenliğin durduğu kapıyı göstererek, “Hemen işi bitirip çıkacağız.” Bana baktı: “Yalnız çok sessiz olmamız lazım, tamam mı?”

Başımı salladım.

Kapıdaki güvenlik hafif şişman biriydi. Trafikte karşıya geçmek ister gibi sürekli sağa, sola bakıyordu. Köksal elindeki poşetten çıkardığı kırmızı boyayı ayağının belli yerlerine sürdükten sonra ayağını kopmuş gibi yaptı. Bu haliyle gerçekten kopmuş gibi görünüyordu. Bana işareti verdiği gibi, Köksal’ı kucağıma aldım ve sağlık ocağına doğru yürümeye başladım.

Güvenlik Köksal’ı tanır gibi olduysa da çok şükür duruma uyanmadı.

“En zor kısmı gitti” diye fısıldadı Köksal “Bundan sonrası basit!”

Köksal’a tebessüm ettim ve etrafı incelemeye başladım. Ancak ortalarda tekerlekli sandalye göremedim. Köksal’a soracaktım; ama o da çoktan uyumuştu. Ben de kendi acısıyla meşgul olan kadına yaklaştım “Abla” dedim “Tekerlekli sandalye nerden bulabilirim?”

Kadın başını kaldırıp Köksal’ı görünce “Acil doktor lazım!” diye bağırarak ayağa fırladı “Doktor yok mu?” Desibeli bitesice kadın, sus! “Abla doktor değil, tekerlekli sandalye lazım.” Korkuyla çevreme bakındım. Köksal da endişeyle sağa, sola bakıyordu. “Çabuk çıkar bizi buradan” diye inledi; ancak kısa boylu hemşire çoktan yanımıza gelmişti.

 

Hemşire endişeli bir sesle “Trafik kazası mı?” diye sordu bana. Gözlerini Köksal’a çevirdi: “Acil ameliyata almamız lazım.” Arkasına bakarak bağırdı: “Sedye getirin.”

Çevremizde toplanan hasta ve hasta yakınları, acıyan gözlerle Köksal’a bakıyordu. Köksal ise elleriyle yüzünü kapatmış küfür ediyordu. Saniyeler sonra yanımıza gelen dört tane doktor, Köksal’ı kucağımdan alarak sedye’ye uzandırdı. Sonra hızlı adımlarla uzaklaştılar .Köksal giderken: “Allah belanı versin Hayrettin” diye bağırdı.

Yanımdaki hemşire ise zaten yırtık olan kıyafetimi çekiştirip “Sakin olun, iyileşecek. Siz kayıt işlemlerini halledin” dedi, yanımdan uzaklaştı.

Bense ne yapacağımı şaşırarak sağlık ocağından çıktım ve bilinçsizce koşmaya başladım. Biraz uzaklaştıktan sonra Köksal’a üzülerek sağlık ocağına geri döndüm.

Sağlık ocağının giriş kapısında, az önceki hemşire, elleri belinde güvenlikle konuşuyordu. Beni fark edince, “Beyefendi” dedi kelimeleri bastırarak “Lütfen benimle gelin.” Yürümeye başladı.

 

Ben de çaresizce hemşireyi takip ettim. Hemşire beni güvenlik odasına götürdü. Köksal’ın yanına oturttu. Sonra ikimize birden bakarak: “Bu yaptğınız çok ayıp” diye söylendi. Mecbur bilmiyormuşum gibi yaptım. Köksal’a bakıp: ”Aaaa! Senin ayağın ne zaman iyileşti?” dedim.

Köksal burnundan soludu, “Sus lan! Bu şaka fikri hep senden çıktı zaten.”

“Gevezeliği kesin” diye araya girdi karşıda oturan polis, “Bana olayı anlatın. Amacınız neydi?”

“Bütün amacımız hastalara moral vermek, bu zor saatlerinde onların neşesini yerine getirmek” dedi Köksal. Onay bekleyen bir yüzle bana baktı: “Demi Hayrettin?”

“Evet, evet” diye başımı salladım. Polise baktım: “Aynen öyle. Allah belamı versin ki öyle!”

Polis, “Hayrettin, başın çok büyük belada” diyerek üzerimde psikolojik baskı oluşturmaya çalıştı, “Ya bana doğruyu söylersin, ya da hapsi boylarsın. Seçim senin.”

Biraz timsah gözyaşları döktüm, “Valla kötü bir niyetimiz yoktu.”

“Şimdi anlarız..”

“Alın bunu bırakın beni polis abe” dedi Köksal ağlamaklı bir sesle.

“Susun şimdi!” Polis ayağa kalkıp bize doğru yaklaştı. Çok sinirli görünüyordu. Bir bana bir Köksal’a bakıyordu. Çok geçmeden içeriye iki tane daha polis’le bir tane hemşire geldi.

“Gerçeği söylemiyorlar, ne yapalım?” dedi başımızda bekleyen polis, diğer polislere bakarak

“Terörle mücadele kapsamında tutuklayalım” diye cevap verdi uzun boylu kumral polis. “Ne terörü abi” dedim ağlayarak.

Kumral polis yüzünü bana çevirdi. Otoriter bir sesle: “Hastanede terör estirmişsiniz” dedi. “Ama bana doğruyu söylersen sana yardımcı olurum.”

“Şimdi biz esasında…” diye ötecektim ki;

Köksal araya girerek olayın şaka olduğunu tekrarladı.

Başımızda bekleyen polis, yanıma geldi. “Esasında dedin ve sustun. Sözünü tamamla bakayım. Eğer yalan söylersen ömrün cezaevlerinde geçer.” Yutkunup başımı eğdim. Polis konuşurken, Köksal’ın yanına giden kumral polis, Köksal’ın kafasına vurdu. “Bu ayak numarasını nerden öğrendin? Hangi kampta yetiştin?” diye bağırdı.

Köksal korkuyla başını eğdi, “Ben sihirbazım abe”

“Sihirbazsın öyle mi”

Köksal başıyla onayladı.

“Lan bize yalan atma!” diye tısladı polis “Bombasız eylem mi yapacaktınız?”

Köksal’ın ödü bokuna karıştı, “Yok” deyip ağlamasını artırdı.

Kapıda bekleyen polis, “Az önce bir grup gözaltına alınmış” dedi “Bu ikisini de ekler hepsini tutuklatırırız.”

Yanımdaki polis “İyi fikir” diye mırıldandı.

 

Bu sırada tekrar kapı açıldı ve içeriye yaşlı bir doktor geldi. “Basit bir olay gibi gözüküyor; ama yine de son karar sizin” dedi bizim tarafımızdaki polislere bakarak.

Köksal’ın yanındaki polis: “Hocam, bırakıyoruz o zaman” dedi, bize baktı. “Üç saniye içinde gözümün önünden kaybolun.”

Biz iki saniye içinde sağlık ocağından dışarıya çıktık ve koşarak uzaklaşmaya başladık. Sağlık ocağını gözden kaybedince nefes almak için durduk. Köksal sinirle beni itti ve “Defol git” dedi hızlı hızlı nefes alırken.

“Bebeler aç beklerken bu yaptığın zalimlik.” Köksal bebek lafını duyunca yumuşadı. Ben de biraz daha abartarak sözlerime devam ettim: “Bebeler beş gündür ayakkabı ve terlik yiyor.” Sesimi biraz daha duygulaştırarak ekledim, “Sen hiç terlik yedin mi?”

Ağlamaya başladı. Ben de yanına yaklaştım, Köksal’a sarıldım, “Bana tekerlekli sandalye bul ki bebeler aç kalmasın, analar ağlamasın.”

“Bizim evde bir tane olmalı” dedi eliyle gözyaşlarını silerken “Haydi beni takip et.” Birlikte yürümeye başladık.

Varsa bizi niye bu kadar uğraştırıyon cimri herif, diyecektim, vazgeçtim..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder