Bundan sonra bir süre kimse kimseye laf
atmadı. Sessizliği ise müdürün toplantıyı haber veren sesi bozdu. Müdürün
sesini duyduğuma ilk kez sevindim. Müdür de aradaki gerginliği fark etmeden
bizi toplantı odasına götürdü. Biz iki grup halinde masaya dağıldık.
***
Sunucu çok geçmeden yanımıza geldi, “Ne
oldu size bugün, bir Allah’ın kulunu ağlatamadınız?” Gülerek grubu süzdü, “Yemeğimi
isterim haberiniz olsun.”
“Restoranda yemek çok” dedim, “Gelin şimdi
size bir dünya yemek ısmarlıyayım.”
Sunucu gülmeye başladı: “Yok öyle ucuz
kurtulmak, yarın cumartesi olduğu için program yok. Boğazda balık ziyafeti
istiyorum. Yarın on iki’de herkes hazır olsun.”
Sonya merakla: “Cumartesi ve Pazar günleri
program yok diye, para olayında sorun çıkar mı?” diye sordu.
“O konuda sorun yok. Paranız her gün için
ödenecek; ama son dönemde ağlama reytingi getirmiyorsunuz. Asuman gibi
adayların üzerine yürüyün ya da ne bileyim ayakkabı fırlatın falan. Bol bol
küfür edin. Biraz daha şiddetin dozunu artırın ki, yılın en çok izlenen
programı olalım”. Ayağa kalktı, “Yarın görüşmek üzere” diyerek oda’dan çıktı. Biz
de iki grup halinde restorana gittik ve yine iki grup halinde masalara dağıldık.
Asuman yüksek sesle: “Beni beğenmeyen
insanlar var; ama program yönetimi de herkese Asuman gibi olun diyor” diye
dokundurdu. “Küfür edin, hakaret yiyin, rezil olun, kavga edin yani kısaca
Asuman gibi olun diyor program yönetimi” diye karşılık verdi Oya.
Grubuyla birlikte kahkahalarla güldü.
“Biz rencide ederiz rencide olmayız. Ama
siz gruba dedikodu ve ayrılık getirdiniz. Kahpece vücudunuzu kullanarak
erkekleri kendi etrafınızda oyuncak ettiniz.”
“Yanılıyorsun Asuman” dedi İlker, alıngan
bir sesle: “Biz düşünce yapımız uyduğu için buradayız. Sen ise kıskanç bir
görüntü çizerek ne kadar doğru karar verdiğimizi ispatlıyorsun.”
Oya’yla Sonya, ayağa kalkıp İlker’i
alkışladı. Oya yüksek sesle: “Bizim kirli olduğumuzu düşünenler, sanarsın
deterjanla yıkanmış gibi tertemiz” diye söylendi,
Asuman sinirli bir şekilde ayağa kalktı ve
kinayeli bir ses tonuyla: “Baş ağrısı yaratan böceklerle uğraşamıyacağım, ben
odama gidiyorum” diye laf attı.
Rıdvan sinirle ayağa kalkmaya çalıştı; ancak
İlker’le Mahmut, Rıdvan’ı omzundan tutup engelledi.
“Ayıp sana Rıdvan” diye sitem etti Nurhayat
“Nerdeyse kalkıp kadını döveceksin.” Asuman’ı kollarından tutarak götürdü. Biz
de arkalarından gittik. Diğer grup konuşmaya devam ediyordu.
Sabah keyifsizce restorana gittim. Restoranda
Sonya’yla Oya, gizli bir şekilde fısıldaşıyordu. Asuman ilk kez restorana
gelmemişti. Yemeğimi aldığım sırada Oya bana seslendi: “Hayrettin, bir dakika
gelir misin? Bir şey soracağım.”
Ben elimdeki tepsiyle birlikte o tarafa
yöneldim. Yanlarına gittim. Ayakta durup Oya’nın ne diyeceğini bekledim. Sonya
şakayla karışık: “Otursana ya, yemiyeceğiz seni korkma” diye sitem etti. Eliyle
yanındaki sandalyeyi gösterdi “Hadi otur.”
Gösterdiği yere oturdum. Merakla Oya’ya
baktım. Oya’nın Asuman’la ilgili dedikodu yapacağını zannetmiştim yanıldım, “Boğaz
nerede, biliyor musun?” diye gülümseyerek sordu. Elimle boğazımı gösterdim. “Burada”
Gülümsedim. İkisi de kahkaha attı. Sonya kahkahası durulunca, “Bu ne hoş bir
espri böyle” diyerek yanağıma öpücük kondurdu.
Ben de, “Bu da ne hoş bir öpücük” diyerek
dudağımı Sonya’nın yanağına götürdüm; ancak bu sırada gür bir ses “Yavaş yavaş”
diye kükredi, “Bu erkekleri de iki dakika boş bırakmaya gelmiyor.”
Sesin sahibinin Asuman olduğunu anladım. Kendimi
geri çektim. Ayağa kalkarken “Rezillik çıkarmadan ben gideyim” diye fısıldadım.
Oya başını salladı, “Haklısın, işi gücü rezillik.” Masadaki tepsiyi aldığım
sırada Rıdvan yanımıza geldi “Ne o Hayrettin, otursana, çekinecek bir şey yok.”
Rıdvan’a tebessüm ettim: “Diğer arkadaşlara
daha selam vermedim, zaten gideceğimiz yerde bol bol konuşuruz.” Bizim grubun
yanına gidip oturdum. Hepsi asık suratlarıyla benden açıklama bekler gibi bana
bakıyordu. Kısa bir sessizlik oluşunca ben ortamı güldürmek adına işi espriye
vurdum: “Ne o, Marmara denizinde geminiz batmadı inşallah.” Grubu gözden
geçirdim; ancak gülen olmadı, “Kabul ediyorum kötüydü.”
Asuman “Hayrettin” diye sesini yükseltti, “İki
yüzlülük iyi değildir biliyorsun. Bir karar ver artık.”
Asuman sözünü bitirir bitirmez Sonya
cinsliğine; “Hayrettin, buraya gelip şu boğaz esprini bir daha yapsana” diye
seslendi. O tarafa bakıp tebessüm ettim.
“Biz burada sana boşuna güveniyoruz” dedi
Asuman “Yapsana bize de şu boğaz esprini.”
“Ben de merak ettim şu boğaz esprini, yap
da biz de gülelim” dedi Ajda.
Ben espriyi anlatmaya başladım; ancak
Asuman eliyle kes işareti yaptı. Birden bağırdı “Lan sen bizimle dalga mı
geçiyorsun?”
“Dalga denizde olur” diyecek oldum;
Gruptan toplu halde -Ya sabır- lafı
yükseldi.
Sonya yine “Hayrettin gelsene buraya, İlker’in
yaptığı espriyi dinle gülmekten altına edeceksin.”
“Kararını verdin mi?” Asuman şüpheyle bana
bakıyordu.
“Tamam sizinleyim, haydi biz de espri
yapalım.”
Asuman sabırla iç çekerek başını salladı: “Bugün
onlara yüz vermeyeceksin…”
“İki yüz verelim o zaman” dememle
Asuman’dan tokadı yemem bir oldu.
“Lan bizimle dalga mı geçiyorsun?”diye
bağırdı “İki dakika kızlarla oturdun sana bir haltlar oldu.”
Nurhayat da kızgınlıkla söylendi: “Sen ilaç
falan almadın değil mi Hayrettin?”
“İki espri yaptık diye ne bu şimdi Allah
aşkına?” diye parladım.
“Kabahat sen de Hayrettin” diye seslendi
Sonya “gel burada güldür bizi.”
Sonya’ya bakarak gülümsedim, sonra bizim
gruba yüzümü çevirdim. Sakin bir tavırla, “Lütfen herkes sakin olsun” dedim. “Kuzey
kore’yle güney kore’ye döndük valla.”
Kimseden cevap gelmeyince sinirlenerek
önümdeki yemeği yemeye başladım. Son aldığım lokma boğazımda kalınca da
Nurhayat sırtıma vurdu “Yavaş yavaş! Boğulacaksın.” Öksürmeye başladım.
“Lan heryeri mahvettin!” Asuman öç alır
gibi sırtıma vurmaya başladı.
“Asuman dur, öleceğim” diyebildim zar zor.
Asuman sırtıma vurmayı kesti. Alaycı bir
gülümsemeyle: “Allah’ın sopası yok; ama Asuman kulu var” dedi.
“Burada Allah’ın daha zarif kulları var
Hayrettin, gel yamacıma.” Oya’nın sesiyle anlık keyfi sona erdi. Ben Asuman’ın
cinnet geçirmemesi için sesimi çıkarmadım.
Bu sırada sunucunun keyifli sesi restoranda
yankılandı: “Herkes hazır mı?”
Sonya: “Herkes hazır” diye cevap verdi. “Ancak
Asuman başı ağrıdığı için gelmeyecekmiş.”
Sunucu şaşkınlıkla Asuman’a baktı. Asuman
aniden yerinden fırladı. Heyecanlı bir sesle: “Sizi bilmem ama ben dün’den beri
bugünü bekliyorum” dedi.
Sunucunun keyfi yerine geldi, “Haydi o
zaman, bugün bedava balık keyfi var diye dün akşamdan beri yemek yemedim.”
“Ismarlayalımda yanımızda hiç para yok” dedi
Mahmut “Sonra oralara gidip de bulaşık yıkamayalım.” Sunucunun yüzündeki
gülümseme arttı “Yok canlarım, bütün masraflar günlük paranızdan düşecek.”
“Zaten üç kuruş paraya burdayız, bir de
masrafları biz karşılarsak hepten size borçlu çıkarız.” Bu sözüme gruptan
destek geldi.
Sonya yanıma gelip: “Benim paramı da
Hayrettin’den kesin” dedi. “Ha üç kuruş almış, ha sıfır kuruş. Arada hiç fark
yok.”
Ben centilmenlik ölmemiş ayağına yattım. Göğsümü
kabartarak: “Burada bulunan bütün bayanların masrafını ben karşılıyorum” diye
sesimi yükselttim.
Sonya boynuma sarıldı: “İşte centilmen bir
beyefendi. Keşke herkes Hayrettin gibi olsa.” Gruptaki erkeklere imalı bir
yüzle baktı.
Rıdvan: “Gerçek centilmen cinsiyet ayrımı
yapmaz” diye laf attı. “Hayrettin’in yaptığı olsa olsa kadınlara yalakalık olur.”
“Yarı centilmenlik diyelim biz buna” Sonya
yanağıma öpücük attı.
Niyeti
belli ki Asuman’ı çıldırtmak. Zaten Asuman’da nefretle bize bakarak yumruğunu
sıkıyordu.
“Haydi hareket vakti.” Sunucu arkasına
döndü: “Hedefimiz Marmara denizi, Marş, Marş!” Askeri yürüyüş tarzında yürümeye
başladı.
Biz de sunucunun bu haline gülerek peşinden
gittik. Kapı’nın önünde bizi bekleyen minibüsün yanına gelip tek tek binmeye
başladık. Programın minibüsü en küçük boy olduğu için sıkışarak birbirimize yer
açtık. Benim sağımda Asuman, solumda Sonya vardı. Resmen boku yedik!
“Şoför abi” diye seslendim: “Yol uzun mudur?”
Arkasına yarım dönerek gülümsedi: “Yolumuz
uzun, sen keyfine bak.” Son sözleri söylerken manalı bir şekilde kelimeleri
bastırdı. Keyfime bakacağımda Asuman
cadısı var yanımda. İki önümde Rıdvan’la İlker, Oya’yı ortalarına almış
oynaşıyordu. Bense ateş ile barutun ortasında kaldım. Bir de Sonya cinsliğine:
“Hayrettin, benim tarafıma biraz daha yaklaşsana” demez mi.
Asuman eliyle etimi kopartırcasına çekerek
mırıldandı: “Sakın ha!”
Bu
yol bitmez. Sonya elini
omzuma attı: “Ne o Hayrettin, rengin atmış” dedi inadına “Bir sorun yok
inşallah!”
Sonya’ya bakıp zorla tebessüm ettim, “Yol
tuttu herhalde, alerjik bir rahatsızlık, şimdi geçer.”
“Oya” diye seslendi Sonya: “Sen neden
yanımızda oturmadın. Hayrettin’in bazı varlıklara karşı alerjik bir
rahatsızlığı varmış.”
Oya Asuman’ın kastedildiğini bildiği halde,
“Nasıl varlıklar canım?” diye sordu.
“Böyle yapışkan, sen onu görmemezlikten
gelsen bile o seni görür, yani anla işte” Oya’yla kahkaha attı. Ben göz ucuyla
bile Asuman’a bakamıyordum. Zaten hızlı nefes alışverişi de en azından şimdilik
bakmamam gerektiğini gösteriyordu. Sonya omzumdaki elini indirip elimi tuttu. Gülümseyen
yüzünü de acınaklı bir hale getirdi, “Dayan, biliyorum çok zor; ama ikimiz de
dayanmak zorundayız.”
Merak edip göz ucuyla Asuman’a baktım. Asuman
gözünü kırpmadan bana bakıyordu. Ben de fark ettirmeden gözümü yavaş bir
şekilde tekrar önüme çevirdim
“Kadınlar için söylüyorum” diyerek arkasına
yarım döndü sunucu “Minibüs biraz küçük gelmiş olabilir; ama inanın bunu bile
zor buldum. Yani işin ucunda bedava balık keyfi olmasa muhtemelen vazgeçerdim.”
“Maalesef Hayrettin’in bazı varlıklara
karşı alerjisi varmış” dedi Sonya. “Bir de tesadüf o canavarın soluna düşmüş.”
“Aslında o varlıkları, burası boğaz diyerek
İstanbul’un alakasız bir yerinde indirmemiz lazım” dedi Oya. Kaş, göz
hareketiyle çaktırmadan Asuman’ı gösterdi.
Sunucu durumun farkına varmaya başladı. Yine
de işi espriye vurdu: “Hayrettin, dikkat et derim; çünkü evrim geçirebilirsin.”
“Kurt adam hesabı yani” diyerek muhabbete
katıldı Rıdvan.
“Yok, Darwin tarzı bir adama benzeyebilir.”
“Doğru, Darwin’e benzemek de evrim sayılır”
diye güldü Rıdvan.
Herkesin keyfi yerindeydi. Ben de ortamın
yumuşamış olmasından cesaretlenip Asuman’a baktım. Asuman gözünü kırpmadan bana
bakıyordu:
“Asuman, sen esprilere kızarak mı cevap
verirsin?” Elimi gözünün önüne getirip sağa, sola salladım;
Asuman: “Hayrettin, sen ne yapıyorsun!” diye
dişlerinin arasından mırıldandı. Elimi indirdim ve gülümsedim, “Gözlerin açık
uyuduğunu zannettim.”
“Millet” diye bağırdı Sonya “Hayrettin, Asuman’ın
gözleri açık halde uyuduğunu söyledi” Oya’ya göz kırptı.
“Benim bildiğim bazı hayvanlar gözleri açık
uyur” Oya gülümsemesini artırdı.
“Oya” dedi İlker, “Bazı insanlar da fantezi
olsun diye gözleri açık uyur.”
“Onu bilmem de, benim bildiğim; gözlerini
kapatıp karşısındaki kadına bakmaya çalışan erkekler var” diye güldü sunucu.
“Bu erkeklerden herşey beklenir” dedi
Nurhayat kızgınlıkla, “Yağmurlu havada güneş gözlüğü takanı bile gördüm.”
Rıdvan gülümseyerek “Yüz bir yolla
dikizleme sanatı isimli kitabın seksen ikinci sayfasının dördüncü satırından
itibaren yazıyor” diye atıldı.
“Sen de kitabı ezberlemişsin” diye gülerek
duraksadım. “Bu kitap nerede satılıyor?”
Rıdvan hınzırca gülümsedi “Sen Sonya’nın
üzerinde biraz tecrübe kazan, ondan sonra kitabı sana veririm.” Sonya aniden
bana bakıp “Sakın ha!” diye kükredi “Hemen önüne dön.” Ben önüme dönerken “Aslında
kıyafet de öğrenmek için çok müsaitti” diye mırıldandım.
Sunucu: “Arabadaki dikiz aynası da herhalde
bu amaçla yapılmıştır” diye ortaya laf attı. “O amaçla yapılmamışsa da ben o
amaçla kullanıyorum” dedi Rıdvan sunucu’ya bakarak, “Arabamda beş tane dikiz
aynası var, millet diyor; bu ne? Ben de diyorum; bazen arkada aynı anda beş
tane araba oluyor!”
Oya Rıdvan’ın omzuna hafiften vurdu: “Sapık
mısın sen?”
“Halbuki aynı anda beş tane kadın oluyor
demek istiyorsun” dedi sunucu gülerek. Keyfine diyecek yoktu.” Arabada beş
yolla dikizleme sanatı, güzel fikir.”
“Abi” dedi şoför Rıdvan’a doğru yarım dönerek,
“Benim dolmuş yirmi kişilik. Şimdi yirmi tane dikiz aynası taktırsam bunu
insanlara nasıl açıklayacağım?” Hemen önüne döndü. Rıdvan kahkahalarla gülerken,
“O kadar abartırsan dolmuşta müşteri için yer kalmaz” dedi.
“Yirmi tane dikiz aynası taksan bile en az
on tane de yapay göz ameliyatı olman lazım” diye espri’yi sürdürdü sunucu.
Oya: “Öf be kardeşim” diyerek muhabbetin
içine bodoslama daldı. “Üç erkek bir araya gelmesin, konu hep aynı.”
Biz erkekler Oya’ya gülmeye başladık. Bu
sırada şoför “Herkes hazırlanmaya başlasın” diye anons yaptı. “Beyler, bayanlar”dedi.
Oya ciddi bir sesle “Balığın boyuna dikkat ediyoruz tamam mı?” Grubu gözden
geçirdi.
“Para veriyoruz o kadar, tabi ki de balığın
boyuna dikkat edeceğiz” diye söylendi İlker. Oya sinirlenerek içini çekti “O
anlamda söylemedim.” Sesi sitem doluydu, “Mevsiminden önce avlanmış balıklara
dikkat edelim diyorum.”
“Mesela balıklar ortalama kaç santim olur?”
“Altmış diye duydum.”
“Altmış santimlik hamsi, herhalde menü de
balina diye geçer.” dedi sunucu alaycı bir sesle. Oya sitem eder gibi başını
salladı. Rıdvan: “Oya’nın mantığına göre gidersek bugün aç kaldık” diye şakıdı.
Ben de maksat laf olsun diye sırıtarak konuşmaya başladım, “Oya çevresel bir
soruna dikkat çekti bence, neden altmış santimlik balık yiyemiyoruz sorunu?”
Oya kaşlarını çattı, Sonya omzuma vurdu, gerisi
de kahkahalarla güldü.
“Keşke sadece Oya olsa” diye mırıldandı
Rıdvan.
“Doğru” dedi sunucu yeni bir şey hatırlamış
gibi, “Bir de uzmanlar var.”
“Uzmanlar bakmış kadın dırdırı bitmiyor, mevsiminden
önce avlanıldığı için deyip en azından kendilerini kurtarmışlar” diye
kahkahalarla güldü. İlker;
“Gerçi ben şimdiye kadar -bu balık küçük, yemiyorum-
diyen kadına rastlamadım. Tersine hatırlatınca -ne var canım, bir porsiyon daha
yeriz-” diyen kadına hep rast geldim” diye atıldı Yasin.
“Allah’tan bir şey söyle, “Ben bir kere rast
geldim” dedi Rıdvan. “Kadın çantasından cetvel çıkardı ve balığı ölçtü. Balık
elli santim gelince -on santimden bir şey olmaz-” deyip balığı afiyetle mideye
indirdi.”
“Allah’tan bir şey söyledik” diye of’ladı
Oya, “Hayır, hayvanlara yazık diye söylüyorum.”
Rıdvan: “Ben de isterim yüz sntimlik balık
yemeyi; ancak ilahi adalet istemiyor” diyerek zeytinyağı gibi üste çıkmaya
çalıştı.
“Mevsimini bekleseniz zaten sorun olmayacak.”
“Mevsimini beklersek, ölme eşeğim ölme” dedi
Rıdvan elini hafiften sallayarak.
Sunucu yüzünü ciddileştirerek Rıdvan’a
baktı. Ciddi bir tavırla, “Aslında Oya doğru söylüyor” dedi, “Balık altmış
santim olmazsa, defolu diye ucuza getiririz.”
Rıdvan da sunucu gibi ciddileşti. Bütün
dikkatini sunucu’ya verdi, “Çok doğru söylüyorsun, sonuçta bilimsel bir
araştırma. Hatta varsa yanımızda kanıt olarak bir tane de kadın dergisi
götürürüz.” Oya’ya bakarak sırıttı.
Oya bıkkınlıkla geriye yaslandı. Sabırla iç
çekti.
“Peki Oya, yarasanın boyu az kadardır?” diye
pisliğine sordum.
Bana bakmadan cevap verdi: “Otuz metre
falan mı?”
“Oha” diye birden sesimi yükselttim, şoföre
seslendim: “Şoför abi, var mı kadın dergisi?”
“Olmaz mı yienim?” Şoför gizli bölmeden
dergiyi çıkarmaya çalıştı.
“Yav belki ejderha falan anlamıştır” deyip
şoförün elinden dergiyi aldı “Peki Oya, güvercinin boyu ne kadardır?”
Oya iç çekti: “Üç metre falan mı?”
“Yanlışın var canım!” diye atıldı Sonya, “Yedi
metre olmalı.”
“Tamam susun” dedi sunucu “Fazla kadın dergisi
okumayın!”
Şoför gözünü yoldan ayırmadan mırıldandı: “Geçen
gece kadın dergisini karıştırırken çok esrarengiz bir şey okudum.”
“Neymiş o? G noktası falan mı?” Sunucu
alaycı bir yüzle bize bakıp göz kırptı. Şoför ciddiyetini bozmadı, “Yok abi, öyle
bir şey değil.” Sunucuya yüzünü çevirdi: “Bazı kadınlar bir araya geldiklerinde
kadın ruhunu çağırıp dedikodu yapıyormuş.” Önüne döndü: “Hatta kadın ruhu, o
kadınların çevresiyle ilgili bilinmeyen haberleri veriyormuş.”
Kahkahalarla güldük. Rıdvan alaycı bir ses
tonuyla: “Çok esrarengiz bir durum” dedi. Sunucu: “Boşver kadın ruhunu da bu "90,
60, 90" ne oluyor Rıdvan?” diye alaycı bir sesle sordu.
Rıdvan sunucunun sesindeki alaycılığı fark
ederek anlattı, “Kadınların bizzat kendi aralarında yaptığı bir araştırmadan
çıkan kadının genel vücut ortalaması.” Sunucu şaşırmış gibi yaparak başını
salladı: “Yani bizim televizyonda ve gerçek hayatta gördüğümüz şişman kadınlar
da bu araştırmaya dahil mi?”
“Yok hocam, bilimsel bir araştırma olduğu
için onları dahil etmemişler. Yoksa bilim "110, 120, 100" gibi bir
sayı derse hangi kadının bilime güveni kalır ki?”
Yasin anons yapar gibi konuşmaya başladı, “Yüz
yirmi kadın kullanılarak yapılan bilimsel bir araştırmada, kadının genel vücut
ortalamasının 90, 60, 90 olduğu öğrenildi. Ancak bir grup evli erkek sonucu
yargıya taşıdı. Bunun üzerine açılan soruşturmada, deneyi yapan kadınların
vücut ortalamasının160, 150, 120 gibi garip bir sayı olduğu öğrenildi.”
Yasin sözünü bitirmeden Nurhayat küfür
ederek çantasını fırlattı.
Oya da, “Sizin göbeğinizin ölçüsünü bulmaya
bilimin gücü yetmez!” diye bağırdı. Rıdvan yanındaki Oya’ya sarıldı, “Doğrusu
bu konuda bilimsel bir araştırma olmadığı için genel olarak erkekte göbek var
diyemem.” Oya’nın zor kullanmasıyla elini çekti.
“Ben zaten göbek olayını kadının hamileyken
karnının şişmesi olayına benzetiyorum.” Sunucu Rıdvan’la avuç içlerini
birbirine vurdu.
“Tabi konu çok hassas olduğu için hiç kimse
gerçeği söylemeye cesaret edemiyor. Sonuçta toplu kürtaj riskini hangi devlet
göze alabilir ki?” diye espri’yi sürdürdü Rıdvan. Oya Rıdvan’ın kafasına yumruk
attı. Bu sırada şoför: “Herkes inebilir!” diye anons yapınca Sonya beni itip, “Hadi
inelim şu dolmuştan yoksa hırsımı Asuman’dan çıkaracağım” diye söylendi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder